ToLgA
ToLgA  
  Ana Sayfa
  Hakkımda
  Üye OL!!
  Forum
  Chat
  Ziyaretçi defteri
  İletişim
  Anket
  Resimlerim
  Elektronik Tasarımlar..
  şiir
  Site Sahibi Üye Kayıtları...
  Gazete
şiir


“tersyüz”

A şehrinden yol almıştık,
B şehrine giden bir trende…
Arkada kaygılarımız vardı,
Ve umutlarımızla biz en önde…

Ve bir tren daha vardı,
Aynı anda ve B şehrinde…
Umutlarıyla o da kalktı,
Bize doğru ve ters yönde…

Mutlu sona yer yok mu,
Hız ve yol probleminde…
Kazalar kaçınılmaz mı,
Gençlik hikâyelerinde…

Ne umduk neler bulduk,
Sevda tünellerinde…
Çarpıştık tersyüz olduk,
Tam en güzel yerinde…

Yiğit Güralp


YILDIZ SAVAŞLARI

Bi yıldız misalisin çocuk
Bi uzansam avuçlarımdasın
Bir düşünsem nasıl uzak…

Nasıl göremezsin ki beni çocuk
Kapat tüm o ışıkları
Ve bir de bana öyle bak…

Biliyorsan söylesene çocuk
Aşk mı; bi savaş mı bu
Ya da nedir arasındaki fark…

Yıldızlar masum ve yalnız
Aşklarsa gökyüzünde
Bildiğin kaç savaş varsa bak…

Hepsi de yeryüzünde

yiğit güralp



“rodeo ve juliet”

Hikâye malum,
Gençler aralarında anlaşmışlar
Onca büyük sevdaya,
Murada varamamışlar.
Juliet uyuyakalınca
Romeo gitti sanmış.
Bir şişelik zehirle,
O da uykulara dalmış.
Ne zaman anlatsalar,
Çok gülerim bu işe.
Kim yazarsa yazsın,
Hepsi biraz klişe

Mecnun abi Romeo’nun,
Leyla da tam Juliet’in,
Az biraz öz Türkçe’si.
Yazanlar hep değişir,
Destanlar hiç değişmez.
Ölümüne sevdaların,
Aşktır tek gerekçesi.

Oysa çok üstündedir aşk,
Hem düşlerin üstünde…
Hem gerçeğin üstünde…
Nerde, nasıl arama
Halime bir baksana
Altımda beyaz bir bulut
Ve ben de onun üstünde…

yiğit güralp



Atlı Karınca

Çok gereksiz sorular var
Soran hiç çıkmaz ortaya
Yumurta mı tavuktan çıkar
Tavuk mu gebe yumurtaya

Oysa hayat denen bir oyun var
Ve biz de geldik oynamaya
Yoksa ne karınca ata binerdi
Ne de bir at karıncaya

yiğit güralp

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Bir Ayrılığın Anotomisi

Küçük İskender


Sevebilme İhtimali 

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.

Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.

Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülk**e
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim

Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!


Yılmaz Erdogan

BAŞKALAŞAN AŞK 
Adını anmak güzeldi,
dost ağızlarda sana dair cümlelerin
ıslatılması...
Adını anmak...
Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel
avuntularına sırt çevirip senden söz açmak...
Biraz gülünç, biraz sitemkar...
güzeldi...
Adının Türkçedeki yankısı özeldi...

Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı,
Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında...
Denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikte....
güzeldi..

İpe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak,
yüzünde
Yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi...

Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum
şimdi...
Cümlelerimiz öznesiz...Umursayan yok,
Kanlıca'daki yoğurdu...

ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir
aşkın mührüdür artık...

 
YILMAZ ERDOĞAN

SANA BAKMAK 
her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır

 
YILMAZ ERDOĞAN

Yalan da Olsa

Sokak ortasında bir kadın, bar bağırıyor
Kendini arıyor, kendini soruyor, bağırıyor
Sesi kulaklarımda bir kurşun gibi patlıyor
Yalan da olsa haklılar diyoruz
Ama, bu da yetmiyor

Gece yarısı vardiyada işçiler tedirgin üşümekte
İş’ten değil, güç’ten değil, içten üşümekte
Zaman geçmekte, zaman gecikmekte, zaman üşümekte
Yalan da olsa birleşiyorlar
Ama, bu da yetmiyor

Gece yarısı bir müzisyen evine yine geç dönüyor
Taksi parası bile yok cebinde, ama evine dönüyor
İki damla yaş geliyor gözlerinden, cigarası sönüyor
Yalan da olsa zenginiz
Bu bize yetmiyor

Yalnızım, yalnızlığım beni dinlemekte
Yalan da olsa ne var ki bu şarkıyı söylemekte
Yalan da olsa içimden bir bulut akıp gidiyor
Yalan da olsa mutluyum
Bu bana yetiyor

AHMET KAYA


Ben Sana Mecburum

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum 

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur?
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur 

Atilla İLHAN

dün gece, ağzından ağzıma fışkıran sözcükler
-bir ihanet nüvesi-
ve o gize bürünmüş yaşlı masal kahramanları
ve 'sen sus çocuk' gag'leriyle süslü tiratlar
ve perde kapandı! artık tiyatrolar hela olacak!

artık ayrıldık, aşkımız bir rüzgâr gibi geçti!
aşkımız bir günahtı, ve bir yaz günü bitti!
unut sana yazdıklarımı ve unut sevişmelerimizi
memelerini geri al ve geri ver penisimi

ulan istanbul! bu bana reva mıdır?
ulan o denli sevmişim, müstahak mıdır?
siktirip gidiyorum başınızın çaresine bakın
arabesk dinleyeceğim işte!
rakı içeceğim
intihar edeceğim
kıçınıza kına yakın!

ANASAYFA  
  site tekrar düzenlenmektedir...
yeni yine yeniden.....
 
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol